Haberler
Puanı : 20514.45
Viral haber merkezinde yer alamak için tıkla.

Hakkında

Haberself.com herkesin haber ekleyebileceği bir haber altyapı sitesidir. Bu haber sitesinin aynısını oluşturabilirsiniz. Haberself türkiyenin viral haber merkezi. Haber Eklemek İçin Tıkla. tıkla.
  • Kasirga Trabzonu yikiyor !

    Trabzonunun ilçelerinde şiddetli Kasirgalar hayatı olumsuz etkilerken, rüzgarın şiddetine dayanamayan `Spor` sahalari `bahçe` duvarları,evler,100lerce agac yıkıldı. Hava sıcaklığının eksi derecelere düştüğü Yüksek kesimlerde’de `Kar` yagisi etkili Hayvancilar mahsur kaldı. Trabzonda Havayolu ucuslari iptal edilmiş durumda..

    05.01.2015 22:02
  • Felâket Silahı H.A.A.R.P.

    İlk olarak Vikipedia’nın açıklamasını okuyalım… Amerika Birleşik Devletleri Silahlı Kuvvetleri, `Deniz` Kuvvetleri ve Alaska Üniversitesi tarafından ortak yürütülen iyonosferin özelliklerini ve davranışlarını araştırmak üzere Alaska’da sürdürülen çalışma. Bu fikir, ilk kez Sırp asıllı ABD’li `bilim` adamı Nikola Tesla tarafından ortaya atılmıştır. Bu projenin hayata geçirilmemesi için birçok ülkede kampanyalar olmuştur. Çünkü H.A.A.R.P. projesi iklim kontrol ve yapay deprem silahı olarak kullanılabilme iddialarından dolayı çok tartışmalı bir konu halini almıştır. (ABD’nin sansürlenen en fazla sansürlenen 25 `haber` listesinde 9.sırada bu konu bulunmaktadır) Sansürlenen haber: ”H.A.A.R.P. : İklim yönetme teknolojisi ABD hükümeti, yaklaşık yarım asırdır iklime müdahaleyle ilgili deneyler yürütüyor. Su kaynaklarının azalması ve iklim değişikliğinin daha ciddi bir tehlike haline gelmesiyle birlikte, özellikle `silah` sanayisindeki şirketler de bu alana yatırım yapmaya başladı. Son araştırma programlarından biri olan H.A.A.R.P., iyonosferde yaptığı müdahalelerle geniş alanlarda sel, kuraklık, `fırtına` ve deprem gibi `doğa` olaylarını tetikleyebilecek bir `teknoloji` üzerinde çalışıyor. Program, askeri gizlilik gereçkesiyle kamuoyundan gizli tutulmaya çalışılıyor. Fakat böyle bir programın `ABD` hükümetinin elinde yeni bir kitle imha silahına dönüşebileceği ortada..” H.A.A.R.P; Pentagon’un kontrolünde ve `ABD` ordusunun hizmetinde olan önemli bir projedir. Alaska’daki H.A.A.R.P. antenleri Alaska’daki merkezde şu anda, yüksek frekansta radyo sinyali yayınlayabilen toplam 180 adet anten bulunmaktadır. Bunların yanı sıre, çok yüksek frekanstaki sinyallerle ilgili çalışmalarda kullanılacak olan bir radarın yapılması da planlanmaktadır. H.A.A.R.P. projesi kapsamında, iyonosferin ısıtılması yoluyla VLF(çok düşük frekans) dalgaları da üretilmektedir. Elektromanyetik dalgalar üzerinde birçok deneyin yapıldığı bu alan `uçaklar` için çok tehlikelidir. Bu yüzden H.A.A.R.P. tesislerinde, `uçak` kontrol sistemi kurulmuştur. Herhangi bir uçağın yaklaşması durumunda antenlerin faaliyetleri otomatik olarak durdurulmaktadır. — Haarp, HF’da yüksek enerji çıkışları ile iyonosferin ısıtılması ve burada bir takım değişimler yapılarak etkilerinin incelenmesi için başlatılmış bir projedir. Kullanılan frekans aralığı 2.8-10MHz arasıdır, çıkış gücü ise resmi kaynaklarda 3.6 Gigawatt olarak belirtilmesine karşılık 10 Gigawatt’a çıkarılabileceği açıklanmaktadır. Bu enerji dünyadaki en büyük radyo vericisi ünvanını kazandırmaktadır. Merkezin 1 saat boyunca çalıştırılması durumunda Hiroşima atılan atom bombası kadar enerji ortaya çıkaracağı hesaplanmıştır. Fakat bu merkezin yılda 4-5 kere ve sürekli olmayıp vuruş modunda (seri ve güçlü atışlar üretme) ile çalışacağı bildirilmektedir.(Bahse konu enerjinin aslında ne kadar tehlikeli boyutlara ulaşabileceğini göstermek için bu örnek verilmiştir) H.A.A.R.P.’ın Yeri ve Projeyi Gerçekleştirenler Kimler? H.A.A.R.P., çok `ilginç` bir yerde konuşlanmıştır, Alaska Gakona. Gakona’da askeri üstün yakınlarında ve kimsenin girmediği özel bir alanda tesis kurulmuştur. Niçin burası seçilmiştir? İki temel amacı vardır. Birincisi Alaska dünyadaki elektromanyetik kuşakların özel bir kesişim bölgesinde bulunmaktadır. Dünyanın elektromanyetik alanlarına müdahale edebilmek için en iyi yerdir. İkincisi ise insanlardan uzak, korunması kolay ve gözlerden mümkün olduğunca uzak bir yer olmasıdır. Gakona daki bu merkezde 21m. yüksekliğinde 180 adet kule üzerinde cross dipol anten inşa edilmiştir. Gakona dünyanın elektromanyetik alan çizgilerinin kesiştiği bir yerdedir. Bu alan aynı zamanda auroral dediğimiz ışımaların en yoğun yaşandığı bölgedir. `Dünya` manyetik alan çizgileri üzerinde yapılacak en küçük değişimlerin bile büyük etkilere yol açabileceği söylenmektedir. Bu konuda Tesla’nın da zamanında bazı çalışmaları olmuştur. H.A.A.R.P.’ın amaçları nelerdir? 1- Atmosferdeki termonükleer araçları kontrol edecek elektromanyetik vuruşları gerçekleştirmek. 2- Denizaltılar ile haberleşmeyi kolaylaştırmak. Bu haberleşme ELF(Extremely Low Frequency) ve VLF(Very Low Frequency) dediğimiz 30Hz-30KHz civarında çalışmaktadır. ELF’nin yan etkileri bilindiğinden mevcut elf vericileri ile H.A.A.R.P. vericileri değiştirilmek istenmektedir. 3- Radar sistemlerini geliştirmek. 4- Çok geniş bir alanda `ABD` ordusunun haberleşmesini sağlamak. 5- Cray ve EMass süper bilgisayarlarının yardımı ile yer altının tomografik haritasını çıkarabilmek. 6- Petrol, doğalgaz ve mineral yataklarını tespit etmek. 7- Cruise füzesine benzer alçak irtifadan uçan füze ve hava araçlarını havada imha etmek. H.A.A.R.P. ‘ın yol açabileceği tehlikeler nelerdir? 1- İklimleri değiştirebilir. 2- Kutupları eritebilir veya yerinden oynatabilir. 3- Ozon tabakası ile oynayabilir. 4- Deprem yaratabilir. 5- `Okyanus` dalgalarını kontrol edebilir. 6- Dünyanın enerji kuşakları ile oynayarak `insan` biyolojisini ve beynini etkileyebilir. 7- Radyasyon yaymadan termonükleer patlama oluşturabilir. H.A.A.R.P. ile `doğa` olayları arasındaki ilişki 1981 yılında nükleer mühendis ve ABD’nin önde gelen Tesla araştırmacılarından Albay Thomas Bearden, Amerikan Psikotronik Derneği’nde bir konferans verdi. Konuşmasının bir bölümünde 1978 yılında Specula dergisinde de tartışılan Tesla vericileri tarafından üretilen kalıcı dalgalardan bahsetti. Albay’ın bu sözler H.A.A.R.P. ile `doğa` olaylarının arasındaki ilişkiyide açıklar nitelikteydi. “Yaptığımız şey frekansı değiştirmektir. Eğer frekansı bir yönde değiştirirseniz, enerjiyi dünyanın diğer bölümünde hedeflediğiniz yerin ilerisindeki atmosfere boşaltırsınız. Havayı iyonize etmeye başladıkça, hava akışı seyrini, jet gidişlerini vb. şeyleri değiştirebilirsiniz. Bu `mükemmel` bir hava makinasıdır. Eğer ani bir şekilde boşaltırsanız, bunun gibi küçük iyonizasyon elde etmezsiniz. Bu kez kıvılcımlar ve `ateş` topları dünyanın yüzeyine boşalacaktır. Bu aletle ileri geri oynayarak, `dünya` çapında `dev` hava değişikliklerine yol açabilirsiniz.” H.A.A.R.P. İle oluşturulan bir deprem ”17 Ağustos 1999” 17 AĞUSTOS 1999, GÖLCÜK SAAT: 03.02 SAAT gecenin üçüydü ve insanlar can havliyle kendilerini evlerinden dışarı atarken sanki bir kıyameti yaşıyor gibiydiler. Belki de insanların çoğu, ölümün kendilerine ne denli yakın olabileceğini ilk defa bu denli yakından gördüler. Donanma Komutanlığı’nın görkemli devir teslim törenini müteakip, deprem hiç beklenmedik bir zamanda, ansızın çıkagelmişti, iki firkateynin `gece` boyunca aydınlattığı Orduevi yerle bir oldu. Milyarlarca liralık havai fişeklerin aydınlattığı Gölcük semaları birkaç saat sonra `bilim` adamlarının “deprem ışıması” dedikleri ancak hâlâ ne olduğu tam olarak anlaşılamayan bir “şey”le aydınlandı. Birkaç saat sonra, o unutulmaz uğultunun ardından bütün Türkiye derin uykusundan uyandı. Binalar birbiri ardına devrilirken, ölüm binlerce insanı aynı anda yakalıyordu. Devlet hazırlıksız yakalanmıştı. Binlerce `insan,` teknik yetersizliklerden ötürü enkazların altında günlerce bir kurtarıcı beklerken öldüler. Kısa süre sonra kamuoyu hummalı bir tartışmanın içinde buldu kendini. Binaların depreme dayanıklı yapılmayışı, ray hattının üzerine yerleşim alanlarının kurulması gibi argümanlar sıkça duyulan şeylerdi. `Televizyon` kanalları `tartışma` programlarını depreme ayırıyorlardı. Bu sırada deprem anını yaşayan insanlar depremle ilgili enteresan şeyler söylemeye başlıyor; kamuoyu tam olarak anlam veremese de iddiaları can kulağıyla dinliyordu. Enkazdan kurtarılan bir bayan Ali Kırca’nın yönettiği `Siyaset` Meydanı’nda şunları söylüyordu: “O `gece` ne olduğunu bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki bu depremden farklı bir şeydi.” iddialara yenileri ekleniyordu. Depremden hemen önce Gölcük’ten Avcılar’a kadar geniş bir alanda görülen “ateş topu” ile ilgili bilimsel bir açıklama yapılamıyordu. Bazı `bilim` adamlarının görülen `ateş` topunun “deprem ışıması” olduğunu söylemelerine rağmen, neden diğer depremlerde de benzeri bir ışıma yaşanmadığı sorusunun cevabı net olarak verilemiyordu. Öyle olsa bile, bu da sadece bir tezdi ve geçerliliği de en fazla diğer tezler kadardı. Bu arada depremden neredeyse iki hafta önce elime geçen bir dergide yer alan ifadeler oldukça ilginçti. Depremin merkez üssünün Gölcük Donanma Komutanlığı olduğunun resmen açıklanmış olması, dergide yer alan ifadeleri daha da şaşırtıcı kılıyordu. Depremin merkez üssünün Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının sembolü olan bir askeri üs olması kuşkusuz ilginçti. Furkan dergisinin Temmuz sayısında, yer alan ifadeler aynen şöyleydi: “Mesela basına verilmeyen, ancak istihbarat kapsamında edindiğimiz bilgilere göre, Gölcük askeri tesislerinde oldukça garip olaylar meydana gelmektedir. Kapılar `kendi` kendine açılmakta, mühimmat depoları içinde siyahi ziyaretçiler görülmekte, `arabalar` durduk yerde çalışmakta…” Bu dergide yer alan ifadeler, depremden tam bir ay önce yazılmıştı. Gölcük’te neler oluyordu? `Kocaeli` depremi doğal bir afet miydi? Yoksa suni olarak oluşturulmuş olabilir miydi? Bu konuda hemen deprem sonrasında birtakım teoriler ortaya atılmaya başlandı. Kimine göre Ruslar bomba patlatmıştı ve bu da depreme neden olmuştu. Kimileri de Yugoslavya’ya atılan bombaların yer kabuğunun dengesini bozması sebebiyle depremin gerçekleştiğini söylüyordu. Hatta bazılarına göre bu işi PKK bile yapmış olabilirdi. Nitekim CNN televizyonu Başbakan Bülent Ecevit ile yaptığı bir röportaj sırasında böyle bir soruyu sormakta herhangi bir beis görmedi. Kimi de bunun başka bir terörist örgütün işi olduğunu veya `uzay` araştırmalarının bir parçası olduğunu söylüyordu. Ancak bu teoriler arasında en akla yatkın olanı `Future` Times’da yayınlanan araştırma dizisinde yer alan hikayeydi. Bu senaryoya göre, San Andreos fay hattında meydana gelebilecek büyük bir depremin Amerikan ekonomisine çok büyük zarar vereceğini bilen `ABD,` yer kabuğundaki değişimleri izleyerek, daha deprem oluşmadan tektonik katmanlar arasında artan basıncı değişik noktalardan patlatıp boşaltarak, büyük depremi küçük depremler haline dönüştürmenin yolunu bulmuştu. Yıllar önce Sırp asıllı Amerikalı `bilim` adamı mucit Nicola Tesla tarafından geliştirilen bu “düşük frekanslı elektromanyetik ışınımla yüksek enerji nakli” tekniğini, hem Ruslar hem de Amerikalılar uzun zamandır bir `silah` olarak kullanmanın yolunu arıyorlardı. Bu yöntemle çok uzaktan, hatta uzaydan geniş alanlarda tahribat yapabileceklerdi. Ancak Pentagon yıllardır çok güçlü bir `silah` geliştirmek amacıyla üzerinde çalıştığı bu projeyi, bir yandan da barışçı “deprem indirgeme” sistemine uygulamak suretiyle tepkileri azaltmayı ve fonlama devamlılığını sağlamayı amaçlıyordu. Bu nedenle proje önce Avustralya’nın çıplak ve seyrek nüfuslu kırsal bölgelerinde denendi ve geliştirildi. Daha sonra bunun deprem bölgelerinde denenmesine geldi sıra. Değişik zamanlarda Kafkaslar’da, `Okyanus` tabanında ve Güney Amerika’daki Ant dağlarında tektonik uyarılar verilmek suretiyle endüktif deprem oluşturma konusunda büyük adımlar atıldı. Bu araştırmalar Amerika’da HAARP ve diğer askeri tesislerin kumanda merkezlerinden yürütülüyordu. Bu arada Türkiye, `Japonya` ve benzeri deprem bölgelerinde de sismik ağ şebekeleri kurularak bu bölgelerin tektonik verileri saniyesi saniyesine devasa bilgisayarların kayıtlarına gönderilmeye başlandı. Üniversiteler ile ortak projeler geliştirilerek yüzlerce `bilim` adamına Amerika’da deprem konusunda araştırma yapma bursu verildi. Ancak projenin gizliliği esastı. Bu nedenle tüm `ilişkiler` paravan araştırma kurumlarınca yürütüldü. Ancak `zaman` `zaman` bilgi sızıntısına da olanak verilerek halkın bu konuda genel bir fikri olması istendi. Kobe’de ve daha başka yerlerde meydana gelen depremlerin arkasındaki gariplikler halkası bu şeklinde bazı çıkar gruplarının, `terör` ve `mafya` örgütlerinin işi gibi gösterilmek istendi. Bunda da büyük ölçüde başarılı olundu. Ve gün geldi bu sistem Türkiye’de denenmek istendi. Bölge zaten bu amaçla yıllardır sismik espiyonaj altındaydı. Nitekim gelişmeleri dikkatle takip edenler, depremden hemen sonra, Milli istihbarat Teşkilatı’nın girişimleriyle Türk Telekom’un Türkiye’nin sismik bilgilerini Pentagon’a ileten NATO Üssü’nün iletişimini nasıl kestiğini hatırlayacaklardır. ABD’nin asıl hedefi, Kuzey Anadolu fay hattındaki deneyden elde edeceği tecrübe ve bulguları, San Andreas fay hattına uygulamaktı. Bu `iş` yine çok yüksek askeri gizlilik taşıdığından yürütme işi İsrailli uzmanlara verilmişti. Gerekli makine ve donanım gizlice denizaltılarla Gölcük üssüne getirilerek oradaki, yeraltı-denizaltı korunaklarına kuruldu. Türk makamları durumdan detay bazda haberdar değillerdi. Bunu İsraillilerle yürütülen askeri tatbikatın bir parçası olarak düşünüyorlardı belki de… İsrailliler Amerikalılar ile `gece` şartlarında elektro-sismik haberleşme tatbikatı yapacaklardı. Deney başarılı olacağından sonunda kimse normal dışı bir şeyin olduğunu fark etmeyecekti. Bu amaçla `Gece` Şahini Tatbikatı’nın (Operation Night Hautk) saat 03:00′te başlaması planlandı. `Gece` saat tam 03:00′te düğmeye basılacak ve `Gece` Şahini devreye alınacaktı. O an `uzay` filmini andırır devasa cihazlar çalışmaya başlayacak ve 1-2 dakika içinde de oluşturdukları muazzam enerjiyle Marmara’nın altındaki tektonik tabakayı zayıf yerlerinden kırıp, aylardır oluşan basıncı dışarı atacaklardı. Böylece büyük bir deprem önlenmiş olacaktı. Ama o `gece` sabaha karşı bir şeyler yanlış gitti. Ve beklenen gerçekleşmedi. Her şey bir anda olup bitmişti. `Doğa` kendini yönetmeye kalkanlardan bir kez daha intikam almıştı. 45 saniye süren deprem, beklenenin 10,000 kat üstünde bir güçle gelmişti. Her yeri bir anda yerle bir etmişti. Zayıflayan ve titreyen elektrikler az sonra geri geldiğinde, `gece` saat 03:05′i gösteriyordu. Daha birkaç dakika öncesine kadar korunağın içinde şampanya patlatmayı bekleyenler, şimdi korkudan `buz` gibi donmuş, hareketsiz ayakta duruyorlardı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. On binlerce `insan,` çoluk çocuk, o an enkaz altında m çekişiyor veya cansız yatıyordu. Bu `düşünce` ile hepsi ürperdi. Bu tarihin en büyük felaketiydi; hem de `insan` eliyle oluşturulan… Sessizliği İsrailli komutanın `buz` gibi emri bozdu: “Lets pack! We’re moving out! Call operation-Q! Right now! Immedi-ıtely! Stop uthinning! Move, move, move!” (Toplanın! Kaçıyoruz Q planına geçiyoruz. Şimdi.. Hemen! `Hadi,` hadi!!!) işte o andan sonra çantalardan çıkan “Q planı” çalışmaya başladı. ilk önce bölgedeki tüm haberleşme ve `elektrik` enerjisi felç edildi. 4 dakika içinde İsrail Başkanı Barak ve Birleşik Devletler Başkanı Clinton ile irtibat kuruldu. O anda İsrail’de Ben Gurion’un Lod askeri havaalanından 4 adet `savaş` uçağı eşliğinde 2 nakliye uçağı havalanıyordu. 2 dakika sonra da İsrail `Deniz` Kuvvetleri ve NATO Güney `Deniz` Saha Komutanlığı’na bağlı tüm birlikler DEFCON-4 acil durumuna geçirildi. Amerikan 6′ncı filosuna bağlı gemiler de rotalarını İstanbul’a çevirmek için Pentagondan `emir` aldılar. Bu arada `ilginç` bir şey daha olmuştu. Depremle ilgili haberler birbiri ardına gelirken, bir `haber` önce görünüp sonra kayboldu. 20 Ağustos Cuma akşamı televizyonlar bir İsrail uçağının Ataköy açıklarında denize düştüğünü duyurdu. Ancak bir süre sonra `haber` kesildi ve uçağın akıbeti ile ilgili bir daha `haber` alınamadı. Olaydan bir gün sonra `Deniz` Kuvvetleri’nden bir dostum beni aradı ve bu olayda birtakım soru işaretleri bulunduğunu, bu konunun perde arkasını araştırmamı, rica etti. Kısa süre sonra ulaştığım bilgiler, gerçekten ilginçti. `Uçak,` düştükten kısa süre sonra teknesiyle o sırada Ataköy açıklarında olan balıkçı Abdullah Kaplan tarafından kurtarılmıştı. Abdullah Kaplan olayı şu şekilde anlatmıştı: “Uçağın düştüğünü görünce derhal yardıma gittik. Uçağın kanatları yara almıştı. Hemen uçağı bağladık ve Zeytinburnu Umanına çektik. Teşekkür beklerken küfür yedik. Ne olduğunu bile anlamadık.” Bu konu o `gece` o bölgede görev yapan Sahil Güvenlik 4. Botunun sorumluluk alanındaydı. Araştırmalar Sahil Güvenliğin bu konuyla ilgilenmediğini ortaya çıkardı. Olay yerine gelen `televizyon` ekipleri ise şaşırtıcı bir şekilde çekim yapmaktan vazgeçmişlerdi. Daha sonra uçağı Zeytinburnu’na yanaştıran balıkçı Abdullah Kaplan, olayı Kumkapı’daki Gümrük Muhafaza’ya iletti. Kısa süre sonra tutanak tutuldu. Ancak Gümrük Muhafaza da tutanak tuttuğuna pişman oldu. Uçağın sahibi İsrail asıllı biriydi. O `gece` ne olduğu ise bir türlü anlaşılamadı. Deprem için 1900′lerin başından beri Nicola Tesla adındaki Sırp asıllı bir `bilim` adamının buluşu olan “elektromanyetik endüksiyon tekniği” (Tesla makinesi) kullanıldı. Tesla Makinesi’nin nasıl çalıştığı hâlâ bir `sır,` ama Amerikalıların uzun zamandır bu makine üzerinde çalıştıkları biliniyordu. Tesla, ilk olarak ilkel bir düzenek ile 1908 yılında Sibirya’da Tsunga bölgesinde bir deney yapmış ve burada meydana gelen patlama sonrası oluşan çevre tahribatı `korkunç` boyutlardaydı. Hiroşima’nın 40,000 katına yakın enerji açığa çıkmıştı. Patlamanın etkisi kilometrelerce kare alana yayılmıştı. Ancak ortada en ufak bir krater veya metal kalıntısı yoktu. Bu durumda bir göktaşının düşmüş olması ihtimali ortadan kalkıyordu. `Bilim` adamları Tsunga’da ne olduğunu halâ tam olarak çözmüş değillerdi. Ancak yıllardır Avustralya’da, karada, açık arazide ve Kaliforniya’da da su üstü ve sualtı askeri tesislerde bu deprem (Tesla) makinesinin denenmekte olduğuda `sır` değil. Buradaki garip `tabiat` olayları ve sık sık olan depremler ile bilgiler internetteki sitelerde bile yer almakta. Ancak başlangıçta askeri amaçlı olarak geliştirilen bu acayip `doğa` silahı daha sonra kaynak sorunuyla karşılaşınca barışçı amaçlarla da kullanılacak şekilde adapte edildi (tıpkı atom bombası ve TNT gibi). Makinenin Kaliforniya’da San Andreas fay hattında olacak muhtemel bir deprem öncesi kullanılması düşünüldü. Tesla Makinesi sayesinde fay hattındaki enerji birikimi çok yüksek düzeylere çıkmadan, gerilim daha küçükken, suni depremlerle deşarj edilerek boşaltılacak ve böylece büyük deprem önlenecekti. Ancak bu teorinin denenmesi ve deneylerle geliştirilmesi gerekliydi. Hata ve kusurların asgariye indirilmesi şarttı. Bunun için de San Andreas fay hattına benzeyen fay hatlarıyla, çatal yapan fay gruplarına ihtiyaç duyuluyordu. Bu fay grubu ise Türkiye’deki Kuzey Anadolu fay hattıydı. Geometrisi ve jeolojik yapısı aynı San Andreas karakterindeydi. Kuzey Anadolu fayı ile San Andreas fayı, tıpa `tıp` birbirine benziyordu. Bu fay üzerinde yapılacak bir ön deşarj deneyi Kaliforniya’daki, gelecekte olacak depremler için çok şey öğrenebilecekti. Amerika bu amaçla yıllarca deney yaptı; bu ve buna benzer deprem bölgelerinde. Pentagon açısından da bulunmaz bir nimetti bu. Bu suretle hem projeye masum bir kılıf bulunuyor, hem de finansman için yeni kaynaklar sağlanıyordu. Ancak yine de toplu imha silahı olma özelliği ile bu makine askeri nitelikteydi ve onunla ilgili her şey “Çok Gizli” damgasını taşıyordu. İşte Amerikalılar bu nedenle İzmit’teki fay hattındaki hareketleri ve enerji birikimini büyük bir gizlilik içinde, herkesten habersiz ama çok yakından takip ettiler. MTA’nın ve diğer jeolojik ölçüm kurumlarının verilerini inceleyerek ve uzaydan bölgeyi izleyerek burayı adeta abluka altına aldılar. Son gerilimi de böylece çok önceden `haber` aldılar. Ancak ABD’nin bölge ile ilgili bu hareketliliği ne kadar gizli olursa olsun bazı kaynaklara sızmasını engelleyemedi. Kanadalı bir `bilim` adamı her nasılsa bu gizli verilere ulaşarak, bölgede bir deprem olacağını ve bunun için bölgenin takip altına alındığını anladı. Ve bunu `kendi` amaçlan doğrultusunda yaklaşık 48 gün ve 240 km hata ile yayınladı. Ancak ne bu `bilim` adamına, ne de yayınına daha sonra nedense kimse dikkat etmedi. izlenen bu enerji birikimi bir süre sonra depreme neden olabilecek büyüklüğe erişecek ve belki de İstanbul’u da tehdit edecek hale gelebilirdi. Bu noktada, Amerikalılar acaba konuyu Türk makamlarına `haber` vermiş miydi? Ama o `gece` Gölcük’te askeri tesiste ve Marmara Denizinde bu Tesla makinesi kurulmuş ve çalışmaya hazır hale getirilmişti bile. Türk makamlarına acaba bilgi verilmiş miydi? Yoksa Türk makamlarına İstanbul’da olabilecek bir depremin basıncını azaltacak bir askeri sistemi deneyeceklerini mi söylemişlerdi? Yoksa bunun rutin bir askeri durum olduğunu mu düşünüyorlardı? Bu soruların cevapları hâlâ bir sır. Gölcük Donanma Komutanlığı’nda görevli asker, astsubay ve subaylar, Donanma karargahında garip bir şey olduğunu fark etmişlerdi. Bu konuyla ilgili bilgiler de nasıl olduysa yukarıda ismini zikrettiğimiz dergide yer almıştı. Peki İsrail askerlerinin bu projedeki yeri neydi? İsrailli askerler ve üst düzey subaylar o `gece` Gölcük’te ne arıyorlardı? Bu devir teslim töreni her yıl yapılan rutin bir `ulusal` törendi. Uluslararası bir kimliği yoktu. Ama İsrail subayları ve üst düzey yetkilileri oradaydılar! Bunun nedenini şimdi çok daha iyi kavrayabiliyoruz. Onlar oradaki Tesla makinesini kurmak ve çalıştırmak ve onun gizliliğini korumak ve her ihtimale karşı bir şeyler ters giderse onu imha etmek için oradaydılar. Bizimkilerin ise bir şeyden haberi yoktu. Bize güvenen de yoktu zaten. İş İsrail’e ihale edilmişti. Ancak o gün nedense hiç kimse İsraillilere, bugüne kadar hiç katılmadıkları bu devir teslim törenine neden katıldıklarını sormadı. Ya şaşkınlıktan ya da telaştan, enkaz altında kaç İsrail askerinin öldüğü, kaçının yaralandığını da soran olmadı. O felakette kaç İsrail askerinin öldüğünü ne Genelkurmay yayınladı ne de İsrail böyle bir bilgiyi açıklamak nezaketinde bulundu. Herkese verdikleri imaj ise oraya bize yardım için geldikleri şeklindeydi. Hemen bir `hastane` kurdular. Yaralarımızı sarmaya yardımcı `olmak` için daha sonra o bölgede bir yerleşim merkezi kuracaklarını açıkladılar. Neden? Esas amaçları enkaz altındaki askerlerini ve önemli askeri malzemeyi çıkararak götürmekti. Gerisi paravan operasyondu. `Biz` de “Bak şu İsrail’e, helal olsun, hemen yardımımıza koştu” diyerek sevindik. Deprem neden gündüz bir saatte değil de çok `ilginç` bir şekilde `gece` saat tam 03:02′de oldu? Sanki 03:00 saati depremin başlaması için özel olarak seçilen bir saat gibi. Böyle geç bir saatte olacakları kimsenin görmesi olası değil, gözlemci riski ise en az düzeyde. Tıpkı bir askeri operasyonda olduğu gibi sanki talimatlara saat tam 03:00 olarak giren başlangıç saatinde yeşil ışık yakılmış ve Tesla cehennem makinesi yer altındaki sığınakta ve `deniz` altında çalışmaya başlamıştı. En geç 1-2 dakika içinde de gücü en üst düzeye ulaşmış olacaktı. Aynen de öyle oldu. Makine gürültüyle enerji toplamaya başlamıştı. Bu sırada, Avustralya’da ve Okyanusta bu tür suni depremler öncesinde görülen `elektrik` boşalması, hava yarılmasından oluşan ışıklar ve patlamalar oluştu atmosferde. Ve arkasından da makinenin boşalması ile birlikte yer yarıldı ve oluşturulan enerji doğaya aktarıldı. Ancak hesapta doğanın oyunu yoktu. Oluşan deprem hem beklenenden çok uzun süreli, hem de çok daha güçlü çıktı. Şiddeti 7.4′e ulaştığında Amerika’da aletler 7.8′i gösteriyordu. Ve büyük bir patlama ile her şey kontrolden çıktı. Tesla deprem makinesi, depremin enerji gerilimine dayanamayıp parçalandı ve ortaya çıkan güç yeraltında muazzam bir patlamaya neden oldu. Ve bu yeraltı laboratuarlarının tam üstündeki, her şeyden habersiz uyuyan yüzlerce askeri barındıran ve 8 şiddetindeki depreme dahi dayanıklı olması gereken askeri tesisler un-ufak olarak dağıldı. Hesaplarda hata yapılmış, belki de fay hattının tepkileri ve enerji dağılım değerleri yanlış hesaplanmıştı. Her ne olduysa oldu ve doğanın beklenmeyen bu tepkisi bütün çevreyi yerle bir etti. Bir önlem olarak tüm bölge ve hatta bütün İstanbul 4 saat süreyle bir haberleşme ablukası altına alındı. Elektrikler kesildi ve telefonlar iptal edildi. Kimsenin birbiriyle haberleşmesi istenmiyordu. Cumhurbaşkanı dahi sabahleyin “benim de telefonlarım kesikti” şeklinde garip bir açıklama yapacak ve `biz` de buna bir anlam veremeyecektik. Demirel tam bir şaşkınlık içindeydi. Ne yapacaklarını bilemedikleri için ne Cumhurbaşkanı, ne de Başbakan saatlerce bir şey diyemedi, demeç veremediler. “Üzgünüz;” dahi diyemediler. Ancak sabah saat 09:00 sularında `televizyon` ekranlarının karşısına geçip halka üstün körü bir açıklama yapabildiler. Durum vahimdi. Hatta belki de Clinton dahi o anda konuya ilk kez vakıf olan yardımcılarından ve olağanüstü Milli Güvenlik konseyinden görüş alıyor ve Türkiye’ye nasıl yardım edileceğini hesaplıyordu. Hemen gerekli sıhhi yardım ekipleri organize ediliyor ve bölgedeki tüm Amerikan askeri birlik ve filolarına Türkiye’ye doğru hareket emri veriliyordu. Amerika diyetini Türkiye’ye tam destek vererek ödemeye çalışıyordu adeta. Bu arada devreye `Avrupa` ülkelerinin liderleri de giriyor ve belki de onlardan da Türkiye için sözler alınıyordu. Yunanistan bile harekete geçirilerek Türkiye’ye karşı olan hasmane tutumuna son vermesi sağlanıyordu. Tüm Batı başkentleri hareket halindeydi, panik yoktu. Her şey kontrol ve koordinasyon altındaydı; bir tek Türkiye dışında. Bizde ise sanki bu emrivaki felakete karşı nasıl tavır almaları gerektiğine bir türlü karar verilemiyor; kararsızlık içinde bocalayarak büyük bir gizlilik içerisinde ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Sabah saat 03:05 ile 06:30 arasında Batıda bu hareketlilik yaşanırken bölgede de çok hızlı ve çok gizli bir askeri hareketlilik hakimdi. Ancak herkes `kendi` derdine düşmüş olduğundan bu olağanüstü gizli operasyondan kimsenin haberi olmuyordu. Böylece bu işi planlayanlar, gecenin karanlığından da yararlanıp denizaltından parçaları yüzeye vuran Tesla makinesinin kalıntılarını toplayıp, yeraltı ve yerüstündeki tüm delilleri de yok ediyorlar ve hatta belki de insanları canlı canlı gömerek tüm izleri yok etmeye çalışıyorlardı. Ve bölgeye son hızla gelen `Rus` araştırma gemisi dahi sabah saat 06:30′da bölgeye vardığında, havanın aydınlanmasıyla birlikte etrafta delil olabilecek tek bir cisim bile kalmamıştı. `Deniz` altında oluşan radyasyon anlaşılmasın, dibe çöken kalıntılar araştırılmasın ve patlama sonucu meydana gelen denizaltı krateri ve çukur ortaya çıkarılmasın diye bu bölge derhal askeri karantinaya alınarak dalışa yasak bölge ilan ediliyordu. Ancak bütün bu temizlikler yapıldıktan sonra Ecevit ve daha sonra da Demirel’in bölgeye gitmelerine izin veriliyordu. Onların dahi ne bölgeye uçuşlarına, ne de `telefon` irtibatı kurmalarına izin vardı. Sanki koskoca İstanbul ve `Kocaeli` bölgesi uzaydan gelen yaratıklar tarafından abluka altına alınmışçasına tam bir haberleşme karanlığına sokulmuştu. Tek bir `telefon` dahi çalışmıyor, elektrikler verilmiyordu. Ancak Ecevit ve Demirel, belki de olan biteni içlerine sindiremediklerinden olsa gerek, evleri kendilerine mezar olan binlerce insanımızın da acısıyla bir türlü rahat hareket edip halkla bütünleşemiyorlardı. CNN `haber` spikerinin “depremin ardında PKK mı var?” sorusuna, Ecevit ona “siz ne saçmalıyorsunuz, deprem ile PKK’nın ne alakası var?” bile diyemiyordu. Sadece spikerle gözgöze gelmemeye dikkat ederek “sanmıyorum” gibi o günlerde bizi epeyce şaşırtan bir ifade kullanıyordu. Peki, Amerika ne yaptı sonra? Hemen tüm imkanlarını Türkiye için seferber etmedi mi? Clinton Amerikan halkından Türkiye’ye yardım etmelerini istemedi mi? Kasım’da Türkiye’ye geleceğini ilan edip, Ecevit’in de bu arada Amerika’ya kendini ziyarete geleceğini `haber` vermedi mi? Ecevit belki de Amerika’ya bu felaketin ve binlerce şehidin diyetini konuşmaya gidecekti. Nitekim gitti de. Ardından Clinton Türkiye’ye gelerek deprem bölgesini ziyaret etti. ABD’nin bu aşırı ilgisi sadece bir müttefik olmasıyla açıklanamazdı. Bu arada, acaba hükümet içinden sızan bazı bilgiler, bazı bakanların yabancılara karşı saldırgan tavır takınmalarına neden olmuş olamaz mı? İlk anda çok yadırgadığımız `Sağlık` Bakanı Osman Durmuş’un “yabancılara tek hasta bile vermem ve onlardan kan da almam” demesini şimdi yadırgayabiliyor musunuz? ABD’nin saygın gazetelerinden New York Post’un haberine bir de bu gözle bakın: “Türk hükümeti, ABD’nin `Deniz` Hastanelerini Kullanmıyor.” Türkiye’deki şiddetli depremde 27.200′den fazla kişi yaralandı. Ancak yetkililer tarafından dün yapılan açıklamada, depremin meydana geldiği tarihten itibaren geçen iki haftalık süre içinde `ABD` tarafından gönderilen `Deniz` Kuvvetleri’ne ait üç adet yüzer hastanede henüz tek bir hastanın bile tedavi edilmediği bildirildi. Türkiye’ye gönderilmiş olan uluslararası yardımın çoğunun kullanılmaması Ankara’daki hükümetin eleştirilmesine neden oldu. Türkiye’de yayınlanan Radikal gazetesi dünkü sayısında, 750 ton yardım malzemesiyle yüklü bir İsrail gemisinin üç gün süreyle gümrükte tutulduğunu yazdı. ABD gemilerinin İzmit’e varışından önce Türkiye `Sağlık` Bakanı Osman Durmuş’un, bu gemilere ihtiyaç olmadığına ilişkin sözlerine geniş bir şekilde yer verildi. Ancak `ABD` Büyükelçiliği, aralarında 600′den fazla yatak taşıyan Kearsarge adlı geminin de bulunduğu üç adet yüzer hastaneyle ilgili olarak bir uyuşmazlık yaşanmadığını bildirdi.” Ne ölenlerimiz geri gelir, ne de anılarımız. Ancak İzmit’te, Gölcük’te, Yalova’da, Halıdere’de, Avcılarda, Bolu’da, Düzce’de ve daha nice yerleşim merkezlerinde enkaz altında yaşamlarını yitiren binlerce Mehmet, `Hatice,` Ayşe ve Ali’ye karşı bir vicdan borcumuzda mı olmayacak? Onlar geride gözleri yaşlı on binlerce sevenlerini, sıcaklıklarından mahrum bırakırken, sırf Kaliforniya’da Jony’ler, Susanlar ve Alice’ler yaşasın diye yaşamdan çalındıklarını `dünya` bilmesin mi?

    09.09.2014 21:08
  • Bunu ancak bir karadeniz akli dusunur.

    Şaşkına çeviren görüntü... Yaylada yaptırılan cami inşaatına taş taşımakta güçlük çeken ustalar, yerden caminin kubbesine doğru köprü yaptı. Taşlar kamyonetle taşınıyor. Kamyonet bir kez devrilme tehlikesi atlatmış. Ustalar ise 'Zekamızı kullandık' diyor. Yörenin önemli yaylalarından biri olan Sultan Murat Yaylası'nda, yöre sakinlerince 2011 yılında Sultan Murat Şehitler Camisi ve Külliyesi'nin yapımına başlandı. Kışın karla kapanan 2200 rakımlı yaylada yapılan caminin zor mevsim koşullarına dayanıklı olması için dış cephesinin taşla örülmesine karar verildi. Bunun üzerine caminin dış cephesinde, yöredeki taş madeninden çıkarılan kara taş kullanıldı. Mevsim koşulları nedeniyle yılda 5 ay çalışılabilen inşaatta, 5 metre yükseklikten sonra inşaata taş taşımakta zorlanan ustalar, yerden camiye doğru,50 metre uzunluğunda, 15 metre yüksekliğinde köprü yapmaya karar verdi. Sultan Murat Şehitler Camisi ve Külliyesi İnşaatı Yürütme Kurulu Başkanı Enver `Yıldırım,` AA muhabirine yaptığı açıklamada, Sultan Murat Yaylası'nda Türkiye'de örneği pek olmayan bir cami yaptıklarını söyledi. Sultan Murat Yaylası'nın 2200 rakımda bulunması nedeniyle cami ve külliyesini taştan yaptıklarını dile getiren `Yıldırım,` "Kışın sert iklim şartlarının yapılara verdiği zararı çok iyi bildiğimizden dolayı camiyi tamamen taş duvar şeklinde yapmaya karar verdik. İnşaata 2011 yılında başladık. Zor coğrafi koşullar nedeniyle sadece 5 ay çalışabiliyoruz" dedi. İnşaatı sürdürürken 5 metre yükseklikten sonra yukarı doğru taş taşımanın güçleştiğini belirten `Yıldırım,` ustaların "bu işin bu kadar zor olacağını tahmin etmiyorduk' şeklinde serzenişte bulunması üzerine taşları yukarı taşımak için arayış içine girdiklerini anlattı. YAKLAŞIK 200 TON TAŞ TAŞIDIK Yıldırım, ustaların asansör fikrine `sıcak` bakmayarak araçların geçebileceği bir yolun daha uygun olabileceğini söylemesi üzerine ellerindeki malzemeleri değerlendirip bu projeyi hayata geçirdiklerini dile getirerek, "Önce `deneme` yaptık. Sonra yoldan camiye doğru çelik halatlarla köprü kurduk. Boş araçla birkaç kere köprüden geçerek `deneme` yaptık. Ustamızın dikkatli olduğunu görünce taş taşımasına müsaade ettim" diye konuştu. Yol yapıldıktan sonra kamyonetle yaklaşık 200 ton taşı, yukarı kısma taşıyarak duvarın yapımında kullandıklarına dikkati çeken `Yıldırım,` bu köprü sayesinde iki ay `zaman` kazandıklarını söyledi. KAMYONET BİR KEZ DEVRİLME TEHLİKESİ ATLATMIŞ Yıldırım, kamyonetin bir kez devrilme tehlikesi atlattığını belirterek, "Araç köprüden her geçtiğinde 'acaba `kaza` olur mu, `kaza` olduğunda bunun cevabını nasıl veririz' diye hep düşündüm. Taş taşıma süresince bu sorular hep aklımdaydı ama `Karadeniz` insanının zekası ve cesaretiyle bu işin üstesinden güzel bir şekilde geldik" dedi. `Yıldırım,` camiyi gelecek yıl hizmete açmayı planladıklarını kaydetti. 'ZEKAMIZI KULLANDIK' Taş ustası Dursun Birinci de cami inşaatında taşla ilgili tüm işçiliği kendisinin yaptığını belirterek, "Caminin taş işlemesini belli bir seviyeye kadar iskeleyle yaptık. İnşaat yükseldikçe taş taşıma ve dizme işlemi zorlaştı. Birçok yöntem denedik ama başaramadık. Sonunda 50 metre uzunluğunda, 15 metre yüksekliğindeki köprüyü yapmaya karar verdik. Kamyonetimle gerekli tüm taşı bu köprü üzerinden taşıdık" şeklinde konuştu. Köprünün hem işçilik hem de `zaman` açısından işlerine yaradığına vurgu yapan Birinci, "Dört ya da beş işçinin yaptığı işi bu araçla bir saatte yaptık. `Zaman` Birinci, arabayla her sefer yaklaşık bir ton yük taşıdıklarını dile getirerek, köprü sayesinde yaklaşık 200 ton taş taşıdıklarını kaydetti. Köprü zemininde kullandıkları malzemelerin sağlamlığı ve yapımını da kendileri tarafından gerçekleştirildiği için korkmadıklarını anlatan Birinci, "Karadenizli bir ustayım. `Karadeniz` insanın zekası ve cesareti dünyaca biliniyor. `Karadeniz` insanı evini yıkmadan taşıyor. `Biz` de taş taşımak için kendimize böyle bir yok yaptık. Bu köprüyü gören, 'bu işin akıl işi değil, deli işi' olduğunu söyledi. Hem zekamızı hem de cesaretimizi kullanarak işimizi kısa sürede gördük" diye konuştu.

    09.09.2014 20:17
  • Sürmene asili İşadamı hayatını kaybetti.

    `Trabzon` güne şok bir haberle uyandı. Trabzon'un renkli simalarından kendine has tarzıyla çok sevilen siyasetçisi ve işadamı Murat Altıntaş kazada öldüBir dönem `Trabzon` Siyasetinin önemli isimlerinden olan Maçka ilçesinin değerli işadamlarından, Anavatan Partisi Maçka `eski` ilçe başkanı Şalo Murat Lakaplı işadamı Murat Altuntaş dün `gece` geçirdiği `trafik kazası` sonucu hayatını kaybetti.Yalova Çınarcık’tan yola çıkan ve Çankırı’dan `Trabzon` istikametine gelirken takla atan otomobilden fırlayarak hayatını kaybeden Murat ALTINTAŞ’ın eşi, ağabeyi ve yengesi de aynı araçtayda hayatlarini kaybettiler.Murat Altıntaş'ın Cenazesi yarın ikindi namazında Maçka Merkez Cami'nde kılınacak cenaze namazının ardından Altındere Mahallesindeki `aile` kabristanlığında defnedileceği öğrenildi.

    09.09.2014 00:19
  • Sürmene bölgesine helikopterli operasyon yapildi.

    Uyuşturucu operasyonları dere tepe dinlemiyor. Güvenlik güçleri, Hamandoz ve Aysade tepelerine helikopterli operasyon yaptı. Bölgemizde özellikle `gençler` arasında yaygın hale gelen ve tüm ülkeyi tehdit eden uyuşturucu tehlikesine karşı mücadele sürüyor. Hint keneviri ve esrar tarlalarının olduğu yerlere helikopterle baskın yapan emniyet unsurları, Sürmene’de özellikle tepeleri havadan kontrol ediyor. Aldıkları ihbarları değerlendiren `Trabzon` polisi, Aysade ve Hamandoz tepelerinde helikopterle inceleme yaptı, bölgenin

    08.09.2014 23:59
  • Yazıcıoğlu'nu sadece ailesi andı

    Halkın Valisi olarak gönüllere taht kuran Merhum Vali Recep Yazıcıoğlu, 11'ni ölüm yıldönümünde Söke'deki kabri başında ailesi tarafından dualarla anıldı. Aydın, `Tokat,` `Erzincan` ve son olarak `Denizli` halkının çok sevdiği ve 'Halkın Valisi' olarak gönüllere taht kuran Vali Recep Yazıcıoğlu, geçirdiği `trafik kazası` sonucu hastanedeki 6 `günlük yaşam` savaşının ardından 8 Eylül 2003’te hayatını kaybetmişti. Merhum Vali Recep Yazıcıoğlu, ölümünün 11'inci yıldönümünde Söke Asri Mezarlığında kabri başında dualarla anıldı. Kardeşleri Söke Devlet Hastanesi Baş Tabibi Dr. Selma Özcan, emekli öğretmen Leyla İleri’nin yanı sıra `aile` dostları Ali Güzelyağdöken, bir grup Devlet Hastanesi personeli ve `aile` dostlarının katıldığı anmada merhum Yazıcıoğlu, bir kez daha rahmetle anıldı.

    08.09.2014 23:36
  • AMAN DIKKAT LÜTFEN OKUYUN !!

    `Gülay` Uzan arkadaşımızın uyarısına...DİKKAT...! ARKADAŞLAR BUGÜN BAŞIMA GELEN BİR OLAY.. CEP TELEFONUMA AKŞAM ÜSTÜ SAATLERİNDE BİR MESAJ GELDİ.KARGO24.COM ŞU NUMARALI `KARGO` NUZ TESLİM EDİLEMEMİŞTİR.(BİLDİĞİMİZ ÜZERE 800.....900.. İLE BAŞLAYAN FAKAT BAŞINA 212 EKLENMİŞ 2 AYRI NIMARA).ADRES BİLGİLERİNİZİ GÜNCELLEMEK İÇİN ARAYINIZ VE KARGONUZU TESLİM ALINIZ DİYE..İLK ÖNCE BEN `KARGO` BEKLEMİYORUM Kİ DEDİM AA KREDİ KARTLARI ZAMANIMI ACABA DEDİM VE KARTLARIMI KONTROL ETTİM..ARKADAŞIMDA ARASANA DEDİ YAA BUGÜN PAZAR ZATEN DEDİM BAKARIM YARIN DEDİM AMA AKLIM TAKILDI ÇÜNKÜ BÖYLE BİR `KARGO` ŞİRKETİ BİLDİĞİM YOK.EVE GELDİM.VE AZ ÖNCE MESAJI TEKRAR ACTIM VE İNTERNETE GİRDİM NEREDE NEYİN NESİ BU `KARGO` ŞİRKETİ DİYE...SONUÇ DOLANDIRICILIK ŞİRKETİ OLDUĞUNA DAHİL BENİM GİBİ MESAJ ALIP ARAYAN KİŞİLER YAZMIŞ...ÇOK YENİ BİRKAÇ GÜNLÜK VE HATTA ÇOĞU BUGÜN BÖYLE MESACI ALIP ARIYAN VATANDAŞLAR...(BUARADA İNTERNETE `KARGO` 24 ACTIĞINIZDA YENİ YAPILANMAKTA TEKRAR DENEYİN GİBİ SAYFASIDA VAR.)NEYSE NEYAPAYIM DİYE DÜŞÜNÜRKEN İSTANBUL EMNİYET AMİRLİĞİ..(VATAN CADDESİ) MALİ ŞUBEYİ ARAMAK GELDİ AKLIMA VE ARADIM AZ ÖNCE BAYA KONUŞTUK AMİRLE OLAYI SÖYLEDİM..VE BUNU BASINA VESAİRE GEREKENİ YAPMALARI İÇİN..GEREKİRSE TELEKOM ŞİRKETLERİ İLE NEYSE.FAKAT ONLAR BAKMADIĞINI MALİ ŞUBE OLARAK BUNU DOLANDIRICILIK VE YANKESİCİLİK ŞUBESİNİN BAKTIĞINI ORAYI ARAMAMI SÖYLEDİLER..ONLARDA BÖYLE BİRKAÇ TEL ALMIŞLAR..FAKAT BUGÜNLERDE DEĞİL VE YANKESİÇİLİGE BİLDİRİYORLARMIŞ VEYA KİŞİLERİ ORAYA YÖNLENDİRİYORLARMIŞ..BEN SİZ YAPIN BUNU ARANIZDA BEN VATANDAŞ OLARAK ARIYORUM DEDİM..İNSANLARIN CANI YANMASIN DİYE.SİZİN ARAMANIZ DAHA ETKİLİ OLUR DEDİ..VE ARADIM..OLAYI AYNEN ANLATTIM VE KENDİLERİNİ VATANDAŞ OLARAK ARAMAK GEREĞİNİ DUYDUĞUMU VE EMNİYET TEŞKİLATIMIZ OLARAK GEREKENİ YAPMALARINI VE BUNU GÖRMEK İSTEDİĞİMİ NEYSE BAYA KONUŞTUK ..ÇOK AZ SAYIDA ALMIŞLAR TEL..YAZIN BİR BAŞKA ŞEKLİ VARMIŞ BASINDA YAYINLANMIŞ BENDE BİLDİĞİMİ ONU BENDE GÖRDÜM DEDİM VE SÖYLEDİM ŞU BAŞLIKLIYDI DİMİ DİYE EVET DEDİ..NEYSE ISRARLI VE BEN BUNU BİR T.C. VATANDAŞI OLARAK SİZİNDE BU VATANIN EMNİYET MENSUPLARI OLARAK GEREĞİNİ YAPMANIZI GÖRMEK İSTİYORUM İÇERİKLİYDİ KONUŞMAM AZ DEĞİL İSTERSENİZ SADECE BENDEN ALMIŞ OLUN BU TELİ DEDİM BUNU HALLETMELİSİNİZ DEDİM..GERCEKTEN ÇOK SAMİMİ İÇTEN VE YARDIMCIL BİR KONUŞMAYDI İKİ ŞUBENİNDE KONUŞMASI ÇOK HOŞUMADA GİTTİ TARZLARI HEPSİNİ ANLATMAM MÜMKÜN DEĞİL ŞUANDA..SOSYAL AĞLARDAN BAHSESTIMDİ...O SİZDE BUNU YAYINLAYIN DEDİ BANA YAPACAM ZATEN DEDİM.VE BANA HERKEZİN SİZİN KADAR DUYARLI OLSA VE YAYSA VE BİZLERİ ARASALAR BİZLERİN SAYESİNDE BU OLAYLAR BİLGİLENDİRİLİR DEDİ MALESEF MADUR OLAN ZARAR GÖREN YAPIYOR OZAMAN İŞ BAŞKA YÖNE DÖNÜYOR DEDİ..VE BU KONUYLADA GEREKENİ YAPACAKLARINIDA SÖYLEDİLER...ARKADAŞLAR BAŞIMIZA BİŞEY GELMESİ GEREKMİYOR ARAYALIM BU TİP OLAYLARDA İSTANBUL EMNİYET AMİRLİĞİ YANKESİCİLİK VE DOLANDIRICILIK ŞUBE TEL...0212 214 40 20 ( BURDAN BAĞLIYOR HEMEN İLGİLİYİ)

    08.09.2014 00:42
  • Manisa'da Trafik Kazası: 1 Ölü

    Ecel Bir Genc Kardesimizide Aramizdan aldi Manisa'nın Turgutlu İlçesi'nde bariyerlere çarpan ticari araçta sıkışarak yaşamını yitiren kişinin 37 yaşındaki `Savaş` Bağuç olduğu belirlendi.

    08.09.2014 00:06
  • Hz.Muhammed'in kabri taşınacak mı?

    Hz.Muhammed'in kabri taşınacak mı? Abdurrahman KOÇ'un haberi... Geçtiğimiz günlerde İngiltere'de yayın yapan 'The Independent' gazetesinde yayınlanan bir haberde Hz.Muhammed(sav)'in kabrinin şimdiki yerinden alınarak Baki Mezarlığı'na taşınacağı iddia edilmiş, bu iddia başta Suudi Arabistan `olmak` üzere birçok Müslüman ülkede geniş yankı bulmuştu. Gazete, Suudili bir uzmanın araştırmasına dayandırdığı haberinde Hz. Muhammed'in Medine'deki Mescid-i Nebevi'de bulunan mezarının kimsenin bilmediği bir yere gömülmesi için bir plan yapıldığını iddia etti. İddiaya göre rapor değerlendirilmek üzere Suudi Başkanlık Komitesi'nde bulunuyordu. BÜYÜK YANKI UYANDIRDI Haber başta Suudi Arabistan `olmak` üzere birçok Müslüman ülkede geniş yankı uyandırdı. Alimler, imamlar ve dini önderler bu iddianın doğruluğuyla alakalı açıklama bekledi. SUUDİ ALİMDEN SERT CEVAP The Independent gazetesinde yer alan habere konu olan, 'Hz. Muhammed'in kabrinin taşınması planının da bulunduğu' 61 sayfalık raporu sunduğu iddia edilen Riyad İmam Muhammed bin Suud İslam Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali bin Abdulaziz Eş-Şebel, üniversitenin yeni öğretim yılı öncesi gerçekleştirilen konferansta kendisine bu konuda bir soru yöneltilmesiyle iddialara cevap verdi. ''ALLAH'A SIĞINIRIM'' Bir muhabirin ''Hz.Muhammed'in kabrinin taşınmasını teklif ettiniz mi?'' sorusuna 'Allah'ın gazabından O'na sığınırım' şeklinde cevap veren Eş-Şebel, The Independet gazetesinde yer alan bu haberin büyük bir 'iftira' olduğunu söyledi. Şebel iddialara şu sözlerle cevap verdi: ''Efendimiz'in (sav) mübarek kabrinin yerinden alınıp Baki Mezarlığı'na defnedilmesi için proje sunduğumu söylemişler. Bu büyük bir iftiradır. Bu söz batıldır. Böyle bir teklifi ne ben ne de bir başkası dile getirme hakkına sahip değildir. Bu tür büyük iftiralardan Allah'a sığınırım'' Konuyla ilgili bir Hadis'i de aktaran Suudi Alim, Efendimiz'in vefatından sonra Sahabenin kendisini nereye defnedileceği konusunda ihtilafa düştüğünü, bu ihtilafın Hz. Ebubekir'in onlara 'Efendimiz'in kendisine söylediği ''Beni vefat ettiğim yere defnedin'' sözünü aktarmasıyla sona erdiğini ve Peygamber'in oraya defnedildiğini belirtti. Bu tür haberlerin ümmeti yıpratmak için kasten yapıldığını söyleyen Eş-Şebel, böyle bir şeyin İslam dininde olamayacağını kaydetti. Daha önce Haremeyn (Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Haram) Genel Müdürlüğü iddialar üzerine yaptığı açıklamada, Peygamberin kabrinin taşınacağına dair herhangi bir projelerinin olmadığını belirtmişti. İddiaları reddeden müdürlük, ayrıca Mescid-i Nebevi'nin genişletilmesi için çalışmaların hızla devam ettiğini de bildirdi. Hz Muhammed'in kabri Medine'de Mescid-i Nebevi'de yer alıyor. Mescid-i Nebevi'nin içinde Ravza-i Mutahhara'nın hemen yanında Hücre-i Saadet içerisinde bulunuyor.Birinci halife Ebu Bekir (ra) ve ikinci halife Ömer (ra) da Peygamberimizin yanı başına defnedilmişlerdir.

    07.09.2014 22:34
  • Lozan Andlaşmasının 58. maddesi tam bir rezalet

    Lozan Andlaşmasının 58. maddesi tam bir rezaletBirçok hakkımızdan feragat edilmiş, bunu da aşağıda günümüz Türkçesi ile yazdığımız 58. madde de okuyacaksınız... Sahi, `biz` bu savaşı kazandık mı yoksa kayıp mı ettik ? Neyin karşılığında bunlardan vazgeçildi ?? `Savaş` kazanan bir devlet haklarından böyle vazgeçer mi ? Bu bitmek bilmeyen "feragat" acaba neyin bedeli ?? Yani Türkiye, Osmanlı hükümetince Ingiltere’ye ısmarlanmış olup, Britanya hükümetince 1914 yılında haksız ve hukuksuz bir şekilde el konulan `savaş` gemileri için ödenmiş bulunan paranın geri verilmesini, ne Britanya hükümetinden, nede onun uyruklarından istemeyi kabul ve bu konuda her türlü isteklerden vazgeçer. (Istenilmesinden vazgeçilen `para` bugünkü bütçe açığımızı kapatacak kadar büyük bir meblağdır.) Günümüz Türkçesi ile: Bir yandan Türkiye ve öte yandan (Yunanistan dışında) öteki Bağıtlı (sözleşmeli) Devletler, bu Devletlerle (tüzem kişileri de kapsamak üzere) uyruklarının, 1 Ağustos 1914 tarihiyle İşbu Andlaşmanın yürürlüğe giriş tarihi arasındaki süre boyunca uğramış oldukları, gerek `savaş` eylemleri, gerekse zoralım, haciz, dilediği gibi kullanma ve el koyma tedbirlerinden doğan kayıp ve zararlardan dolayı her türlü parasal istemde bulunma hakkında karşılıklı olarak vazgeçerler. Bununla birlikte, yukarıdaki hüküm, İşbu Andlaşmanın II ncü Bölümünde (Ekonomik hükümleri) öngören hükümlere halel getirmeyecektir. Türkiye, `Almanya` ile yapılmış 28 Haziran 1919 tarihli Barış Andlaşmasının 259 ncu Maddesinin birinci fıkrası ve Avusturya ile yapılmış 10 Eylül 1919 tarihli Barış Andlaşması 210 ncu Maddesinin birinci fıkrası uyarınca, `Almanya` ile Avusturya’nın geçirmiş [transfer etmiş] oldukları altın paralar üzerindeki her türlü `haktan,` (Yunanistan dışında) öteki Bağıtlı (sözleşmeli) Devletler yararına vazgeçer. Sürüme [tedavüle] çıkarılan birinci tertip Türk kâğıt paralarına ilişkin olarak, gerek 20 Haziran 1331 (3 Temmuz 1915) tarihli sözleşme, gerekse söz konusu kâğıt paraların arkasında yazılı metin uyarınca, Osmanlı Devlet Borcu Meclisine yükletilmiş bütün ödeme yükümleri geçersiz sayılmıştır. Bunun gibi, Türkiye, Osmanlı Hükümetince İngiltere’ye ısmarlanmış ve İngiliz Hükümetince 1914 de el konmuş olan `savaş` gemileri için ödenmiş bulunan paranın geri verilmesini İngiliz Hükümetinden ya da İngiliz uyruklarından istememeği kabul eder ve bu yüzden her türlü istemde bulunmaktan vazgeçer.

    07.09.2014 18:43
  • Sayfa :

    Hakkında

    Haberself.com herkesin haber ekleyebileceği bir haber altyapı sitesidir. Bu haber sitesinin aynısını oluşturabilirsiniz. Haberself türkiyenin viral haber merkezi. Haber Eklemek İçin Tıkla. tıkla.