Felâket Silahı H.A.A.R.P.

İlk olarak Vikipedia’nın açıklamasını okuyalım… Amerika Birleşik Devletleri Silahlı Kuvvetleri, `Deniz` Kuvvetleri ve Alaska Üniversitesi tarafından ortak yürütülen iyonosferin özelliklerini ve davranışlarını araştırmak üzere Alaska’da sürdürülen çalışma. Bu fikir, ilk kez Sırp asıllı ABD’li `bilim` adamı Nikola Tesla tarafından ortaya atılmıştır. Bu projenin hayata geçirilmemesi için birçok ülkede kampanyalar olmuştur. Çünkü H.A.A.R.P. projesi iklim kontrol ve yapay deprem silahı olarak kullanılabilme iddialarından dolayı çok tartışmalı bir konu halini almıştır. (ABD’nin sansürlenen en fazla sansürlenen 25 `haber` listesinde 9.sırada bu konu bulunmaktadır) Sansürlenen haber: ”H.A.A.R.P. : İklim yönetme teknolojisi ABD hükümeti, yaklaşık yarım asırdır iklime müdahaleyle ilgili deneyler yürütüyor. Su kaynaklarının azalması ve iklim değişikliğinin daha ciddi bir tehlike haline gelmesiyle birlikte, özellikle `silah` sanayisindeki şirketler de bu alana yatırım yapmaya başladı. Son araştırma programlarından biri olan H.A.A.R.P., iyonosferde yaptığı müdahalelerle geniş alanlarda sel, kuraklık, `fırtına` ve deprem gibi `doğa` olaylarını tetikleyebilecek bir `teknoloji` üzerinde çalışıyor. Program, askeri gizlilik gereçkesiyle kamuoyundan gizli tutulmaya çalışılıyor. Fakat böyle bir programın `ABD` hükümetinin elinde yeni bir kitle imha silahına dönüşebileceği ortada..” H.A.A.R.P; Pentagon’un kontrolünde ve `ABD` ordusunun hizmetinde olan önemli bir projedir. Alaska’daki H.A.A.R.P. antenleri Alaska’daki merkezde şu anda, yüksek frekansta radyo sinyali yayınlayabilen toplam 180 adet anten bulunmaktadır. Bunların yanı sıre, çok yüksek frekanstaki sinyallerle ilgili çalışmalarda kullanılacak olan bir radarın yapılması da planlanmaktadır. H.A.A.R.P. projesi kapsamında, iyonosferin ısıtılması yoluyla VLF(çok düşük frekans) dalgaları da üretilmektedir. Elektromanyetik dalgalar üzerinde birçok deneyin yapıldığı bu alan `uçaklar` için çok tehlikelidir. Bu yüzden H.A.A.R.P. tesislerinde, `uçak` kontrol sistemi kurulmuştur. Herhangi bir uçağın yaklaşması durumunda antenlerin faaliyetleri otomatik olarak durdurulmaktadır. — Haarp, HF’da yüksek enerji çıkışları ile iyonosferin ısıtılması ve burada bir takım değişimler yapılarak etkilerinin incelenmesi için başlatılmış bir projedir. Kullanılan frekans aralığı 2.8-10MHz arasıdır, çıkış gücü ise resmi kaynaklarda 3.6 Gigawatt olarak belirtilmesine karşılık 10 Gigawatt’a çıkarılabileceği açıklanmaktadır. Bu enerji dünyadaki en büyük radyo vericisi ünvanını kazandırmaktadır. Merkezin 1 saat boyunca çalıştırılması durumunda Hiroşima atılan atom bombası kadar enerji ortaya çıkaracağı hesaplanmıştır. Fakat bu merkezin yılda 4-5 kere ve sürekli olmayıp vuruş modunda (seri ve güçlü atışlar üretme) ile çalışacağı bildirilmektedir.(Bahse konu enerjinin aslında ne kadar tehlikeli boyutlara ulaşabileceğini göstermek için bu örnek verilmiştir) H.A.A.R.P.’ın Yeri ve Projeyi Gerçekleştirenler Kimler? H.A.A.R.P., çok `ilginç` bir yerde konuşlanmıştır, Alaska Gakona. Gakona’da askeri üstün yakınlarında ve kimsenin girmediği özel bir alanda tesis kurulmuştur. Niçin burası seçilmiştir? İki temel amacı vardır. Birincisi Alaska dünyadaki elektromanyetik kuşakların özel bir kesişim bölgesinde bulunmaktadır. Dünyanın elektromanyetik alanlarına müdahale edebilmek için en iyi yerdir. İkincisi ise insanlardan uzak, korunması kolay ve gözlerden mümkün olduğunca uzak bir yer olmasıdır. Gakona daki bu merkezde 21m. yüksekliğinde 180 adet kule üzerinde cross dipol anten inşa edilmiştir. Gakona dünyanın elektromanyetik alan çizgilerinin kesiştiği bir yerdedir. Bu alan aynı zamanda auroral dediğimiz ışımaların en yoğun yaşandığı bölgedir. `Dünya` manyetik alan çizgileri üzerinde yapılacak en küçük değişimlerin bile büyük etkilere yol açabileceği söylenmektedir. Bu konuda Tesla’nın da zamanında bazı çalışmaları olmuştur. H.A.A.R.P.’ın amaçları nelerdir? 1- Atmosferdeki termonükleer araçları kontrol edecek elektromanyetik vuruşları gerçekleştirmek. 2- Denizaltılar ile haberleşmeyi kolaylaştırmak. Bu haberleşme ELF(Extremely Low Frequency) ve VLF(Very Low Frequency) dediğimiz 30Hz-30KHz civarında çalışmaktadır. ELF’nin yan etkileri bilindiğinden mevcut elf vericileri ile H.A.A.R.P. vericileri değiştirilmek istenmektedir. 3- Radar sistemlerini geliştirmek. 4- Çok geniş bir alanda `ABD` ordusunun haberleşmesini sağlamak. 5- Cray ve EMass süper bilgisayarlarının yardımı ile yer altının tomografik haritasını çıkarabilmek. 6- Petrol, doğalgaz ve mineral yataklarını tespit etmek. 7- Cruise füzesine benzer alçak irtifadan uçan füze ve hava araçlarını havada imha etmek. H.A.A.R.P. ‘ın yol açabileceği tehlikeler nelerdir? 1- İklimleri değiştirebilir. 2- Kutupları eritebilir veya yerinden oynatabilir. 3- Ozon tabakası ile oynayabilir. 4- Deprem yaratabilir. 5- `Okyanus` dalgalarını kontrol edebilir. 6- Dünyanın enerji kuşakları ile oynayarak `insan` biyolojisini ve beynini etkileyebilir. 7- Radyasyon yaymadan termonükleer patlama oluşturabilir. H.A.A.R.P. ile `doğa` olayları arasındaki ilişki 1981 yılında nükleer mühendis ve ABD’nin önde gelen Tesla araştırmacılarından Albay Thomas Bearden, Amerikan Psikotronik Derneği’nde bir konferans verdi. Konuşmasının bir bölümünde 1978 yılında Specula dergisinde de tartışılan Tesla vericileri tarafından üretilen kalıcı dalgalardan bahsetti. Albay’ın bu sözler H.A.A.R.P. ile `doğa` olaylarının arasındaki ilişkiyide açıklar nitelikteydi. “Yaptığımız şey frekansı değiştirmektir. Eğer frekansı bir yönde değiştirirseniz, enerjiyi dünyanın diğer bölümünde hedeflediğiniz yerin ilerisindeki atmosfere boşaltırsınız. Havayı iyonize etmeye başladıkça, hava akışı seyrini, jet gidişlerini vb. şeyleri değiştirebilirsiniz. Bu `mükemmel` bir hava makinasıdır. Eğer ani bir şekilde boşaltırsanız, bunun gibi küçük iyonizasyon elde etmezsiniz. Bu kez kıvılcımlar ve `ateş` topları dünyanın yüzeyine boşalacaktır. Bu aletle ileri geri oynayarak, `dünya` çapında `dev` hava değişikliklerine yol açabilirsiniz.” H.A.A.R.P. İle oluşturulan bir deprem ”17 Ağustos 1999” 17 AĞUSTOS 1999, GÖLCÜK SAAT: 03.02 SAAT gecenin üçüydü ve insanlar can havliyle kendilerini evlerinden dışarı atarken sanki bir kıyameti yaşıyor gibiydiler. Belki de insanların çoğu, ölümün kendilerine ne denli yakın olabileceğini ilk defa bu denli yakından gördüler. Donanma Komutanlığı’nın görkemli devir teslim törenini müteakip, deprem hiç beklenmedik bir zamanda, ansızın çıkagelmişti, iki firkateynin `gece` boyunca aydınlattığı Orduevi yerle bir oldu. Milyarlarca liralık havai fişeklerin aydınlattığı Gölcük semaları birkaç saat sonra `bilim` adamlarının “deprem ışıması” dedikleri ancak hâlâ ne olduğu tam olarak anlaşılamayan bir “şey”le aydınlandı. Birkaç saat sonra, o unutulmaz uğultunun ardından bütün Türkiye derin uykusundan uyandı. Binalar birbiri ardına devrilirken, ölüm binlerce insanı aynı anda yakalıyordu. Devlet hazırlıksız yakalanmıştı. Binlerce `insan,` teknik yetersizliklerden ötürü enkazların altında günlerce bir kurtarıcı beklerken öldüler. Kısa süre sonra kamuoyu hummalı bir tartışmanın içinde buldu kendini. Binaların depreme dayanıklı yapılmayışı, ray hattının üzerine yerleşim alanlarının kurulması gibi argümanlar sıkça duyulan şeylerdi. `Televizyon` kanalları `tartışma` programlarını depreme ayırıyorlardı. Bu sırada deprem anını yaşayan insanlar depremle ilgili enteresan şeyler söylemeye başlıyor; kamuoyu tam olarak anlam veremese de iddiaları can kulağıyla dinliyordu. Enkazdan kurtarılan bir bayan Ali Kırca’nın yönettiği `Siyaset` Meydanı’nda şunları söylüyordu: “O `gece` ne olduğunu bilmiyorum ama bildiğim bir şey var ki bu depremden farklı bir şeydi.” iddialara yenileri ekleniyordu. Depremden hemen önce Gölcük’ten Avcılar’a kadar geniş bir alanda görülen “ateş topu” ile ilgili bilimsel bir açıklama yapılamıyordu. Bazı `bilim` adamlarının görülen `ateş` topunun “deprem ışıması” olduğunu söylemelerine rağmen, neden diğer depremlerde de benzeri bir ışıma yaşanmadığı sorusunun cevabı net olarak verilemiyordu. Öyle olsa bile, bu da sadece bir tezdi ve geçerliliği de en fazla diğer tezler kadardı. Bu arada depremden neredeyse iki hafta önce elime geçen bir dergide yer alan ifadeler oldukça ilginçti. Depremin merkez üssünün Gölcük Donanma Komutanlığı olduğunun resmen açıklanmış olması, dergide yer alan ifadeleri daha da şaşırtıcı kılıyordu. Depremin merkez üssünün Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının sembolü olan bir askeri üs olması kuşkusuz ilginçti. Furkan dergisinin Temmuz sayısında, yer alan ifadeler aynen şöyleydi: “Mesela basına verilmeyen, ancak istihbarat kapsamında edindiğimiz bilgilere göre, Gölcük askeri tesislerinde oldukça garip olaylar meydana gelmektedir. Kapılar `kendi` kendine açılmakta, mühimmat depoları içinde siyahi ziyaretçiler görülmekte, `arabalar` durduk yerde çalışmakta…” Bu dergide yer alan ifadeler, depremden tam bir ay önce yazılmıştı. Gölcük’te neler oluyordu? `Kocaeli` depremi doğal bir afet miydi? Yoksa suni olarak oluşturulmuş olabilir miydi? Bu konuda hemen deprem sonrasında birtakım teoriler ortaya atılmaya başlandı. Kimine göre Ruslar bomba patlatmıştı ve bu da depreme neden olmuştu. Kimileri de Yugoslavya’ya atılan bombaların yer kabuğunun dengesini bozması sebebiyle depremin gerçekleştiğini söylüyordu. Hatta bazılarına göre bu işi PKK bile yapmış olabilirdi. Nitekim CNN televizyonu Başbakan Bülent Ecevit ile yaptığı bir röportaj sırasında böyle bir soruyu sormakta herhangi bir beis görmedi. Kimi de bunun başka bir terörist örgütün işi olduğunu veya `uzay` araştırmalarının bir parçası olduğunu söylüyordu. Ancak bu teoriler arasında en akla yatkın olanı `Future` Times’da yayınlanan araştırma dizisinde yer alan hikayeydi. Bu senaryoya göre, San Andreos fay hattında meydana gelebilecek büyük bir depremin Amerikan ekonomisine çok büyük zarar vereceğini bilen `ABD,` yer kabuğundaki değişimleri izleyerek, daha deprem oluşmadan tektonik katmanlar arasında artan basıncı değişik noktalardan patlatıp boşaltarak, büyük depremi küçük depremler haline dönüştürmenin yolunu bulmuştu. Yıllar önce Sırp asıllı Amerikalı `bilim` adamı mucit Nicola Tesla tarafından geliştirilen bu “düşük frekanslı elektromanyetik ışınımla yüksek enerji nakli” tekniğini, hem Ruslar hem de Amerikalılar uzun zamandır bir `silah` olarak kullanmanın yolunu arıyorlardı. Bu yöntemle çok uzaktan, hatta uzaydan geniş alanlarda tahribat yapabileceklerdi. Ancak Pentagon yıllardır çok güçlü bir `silah` geliştirmek amacıyla üzerinde çalıştığı bu projeyi, bir yandan da barışçı “deprem indirgeme” sistemine uygulamak suretiyle tepkileri azaltmayı ve fonlama devamlılığını sağlamayı amaçlıyordu. Bu nedenle proje önce Avustralya’nın çıplak ve seyrek nüfuslu kırsal bölgelerinde denendi ve geliştirildi. Daha sonra bunun deprem bölgelerinde denenmesine geldi sıra. Değişik zamanlarda Kafkaslar’da, `Okyanus` tabanında ve Güney Amerika’daki Ant dağlarında tektonik uyarılar verilmek suretiyle endüktif deprem oluşturma konusunda büyük adımlar atıldı. Bu araştırmalar Amerika’da HAARP ve diğer askeri tesislerin kumanda merkezlerinden yürütülüyordu. Bu arada Türkiye, `Japonya` ve benzeri deprem bölgelerinde de sismik ağ şebekeleri kurularak bu bölgelerin tektonik verileri saniyesi saniyesine devasa bilgisayarların kayıtlarına gönderilmeye başlandı. Üniversiteler ile ortak projeler geliştirilerek yüzlerce `bilim` adamına Amerika’da deprem konusunda araştırma yapma bursu verildi. Ancak projenin gizliliği esastı. Bu nedenle tüm `ilişkiler` paravan araştırma kurumlarınca yürütüldü. Ancak `zaman` `zaman` bilgi sızıntısına da olanak verilerek halkın bu konuda genel bir fikri olması istendi. Kobe’de ve daha başka yerlerde meydana gelen depremlerin arkasındaki gariplikler halkası bu şeklinde bazı çıkar gruplarının, `terör` ve `mafya` örgütlerinin işi gibi gösterilmek istendi. Bunda da büyük ölçüde başarılı olundu. Ve gün geldi bu sistem Türkiye’de denenmek istendi. Bölge zaten bu amaçla yıllardır sismik espiyonaj altındaydı. Nitekim gelişmeleri dikkatle takip edenler, depremden hemen sonra, Milli istihbarat Teşkilatı’nın girişimleriyle Türk Telekom’un Türkiye’nin sismik bilgilerini Pentagon’a ileten NATO Üssü’nün iletişimini nasıl kestiğini hatırlayacaklardır. ABD’nin asıl hedefi, Kuzey Anadolu fay hattındaki deneyden elde edeceği tecrübe ve bulguları, San Andreas fay hattına uygulamaktı. Bu `iş` yine çok yüksek askeri gizlilik taşıdığından yürütme işi İsrailli uzmanlara verilmişti. Gerekli makine ve donanım gizlice denizaltılarla Gölcük üssüne getirilerek oradaki, yeraltı-denizaltı korunaklarına kuruldu. Türk makamları durumdan detay bazda haberdar değillerdi. Bunu İsraillilerle yürütülen askeri tatbikatın bir parçası olarak düşünüyorlardı belki de… İsrailliler Amerikalılar ile `gece` şartlarında elektro-sismik haberleşme tatbikatı yapacaklardı. Deney başarılı olacağından sonunda kimse normal dışı bir şeyin olduğunu fark etmeyecekti. Bu amaçla `Gece` Şahini Tatbikatı’nın (Operation Night Hautk) saat 03:00′te başlaması planlandı. `Gece` saat tam 03:00′te düğmeye basılacak ve `Gece` Şahini devreye alınacaktı. O an `uzay` filmini andırır devasa cihazlar çalışmaya başlayacak ve 1-2 dakika içinde de oluşturdukları muazzam enerjiyle Marmara’nın altındaki tektonik tabakayı zayıf yerlerinden kırıp, aylardır oluşan basıncı dışarı atacaklardı. Böylece büyük bir deprem önlenmiş olacaktı. Ama o `gece` sabaha karşı bir şeyler yanlış gitti. Ve beklenen gerçekleşmedi. Her şey bir anda olup bitmişti. `Doğa` kendini yönetmeye kalkanlardan bir kez daha intikam almıştı. 45 saniye süren deprem, beklenenin 10,000 kat üstünde bir güçle gelmişti. Her yeri bir anda yerle bir etmişti. Zayıflayan ve titreyen elektrikler az sonra geri geldiğinde, `gece` saat 03:05′i gösteriyordu. Daha birkaç dakika öncesine kadar korunağın içinde şampanya patlatmayı bekleyenler, şimdi korkudan `buz` gibi donmuş, hareketsiz ayakta duruyorlardı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. On binlerce `insan,` çoluk çocuk, o an enkaz altında m çekişiyor veya cansız yatıyordu. Bu `düşünce` ile hepsi ürperdi. Bu tarihin en büyük felaketiydi; hem de `insan` eliyle oluşturulan… Sessizliği İsrailli komutanın `buz` gibi emri bozdu: “Lets pack! We’re moving out! Call operation-Q! Right now! Immedi-ıtely! Stop uthinning! Move, move, move!” (Toplanın! Kaçıyoruz Q planına geçiyoruz. Şimdi.. Hemen! `Hadi,` hadi!!!) işte o andan sonra çantalardan çıkan “Q planı” çalışmaya başladı. ilk önce bölgedeki tüm haberleşme ve `elektrik` enerjisi felç edildi. 4 dakika içinde İsrail Başkanı Barak ve Birleşik Devletler Başkanı Clinton ile irtibat kuruldu. O anda İsrail’de Ben Gurion’un Lod askeri havaalanından 4 adet `savaş` uçağı eşliğinde 2 nakliye uçağı havalanıyordu. 2 dakika sonra da İsrail `Deniz` Kuvvetleri ve NATO Güney `Deniz` Saha Komutanlığı’na bağlı tüm birlikler DEFCON-4 acil durumuna geçirildi. Amerikan 6′ncı filosuna bağlı gemiler de rotalarını İstanbul’a çevirmek için Pentagondan `emir` aldılar. Bu arada `ilginç` bir şey daha olmuştu. Depremle ilgili haberler birbiri ardına gelirken, bir `haber` önce görünüp sonra kayboldu. 20 Ağustos Cuma akşamı televizyonlar bir İsrail uçağının Ataköy açıklarında denize düştüğünü duyurdu. Ancak bir süre sonra `haber` kesildi ve uçağın akıbeti ile ilgili bir daha `haber` alınamadı. Olaydan bir gün sonra `Deniz` Kuvvetleri’nden bir dostum beni aradı ve bu olayda birtakım soru işaretleri bulunduğunu, bu konunun perde arkasını araştırmamı, rica etti. Kısa süre sonra ulaştığım bilgiler, gerçekten ilginçti. `Uçak,` düştükten kısa süre sonra teknesiyle o sırada Ataköy açıklarında olan balıkçı Abdullah Kaplan tarafından kurtarılmıştı. Abdullah Kaplan olayı şu şekilde anlatmıştı: “Uçağın düştüğünü görünce derhal yardıma gittik. Uçağın kanatları yara almıştı. Hemen uçağı bağladık ve Zeytinburnu Umanına çektik. Teşekkür beklerken küfür yedik. Ne olduğunu bile anlamadık.” Bu konu o `gece` o bölgede görev yapan Sahil Güvenlik 4. Botunun sorumluluk alanındaydı. Araştırmalar Sahil Güvenliğin bu konuyla ilgilenmediğini ortaya çıkardı. Olay yerine gelen `televizyon` ekipleri ise şaşırtıcı bir şekilde çekim yapmaktan vazgeçmişlerdi. Daha sonra uçağı Zeytinburnu’na yanaştıran balıkçı Abdullah Kaplan, olayı Kumkapı’daki Gümrük Muhafaza’ya iletti. Kısa süre sonra tutanak tutuldu. Ancak Gümrük Muhafaza da tutanak tuttuğuna pişman oldu. Uçağın sahibi İsrail asıllı biriydi. O `gece` ne olduğu ise bir türlü anlaşılamadı. Deprem için 1900′lerin başından beri Nicola Tesla adındaki Sırp asıllı bir `bilim` adamının buluşu olan “elektromanyetik endüksiyon tekniği” (Tesla makinesi) kullanıldı. Tesla Makinesi’nin nasıl çalıştığı hâlâ bir `sır,` ama Amerikalıların uzun zamandır bu makine üzerinde çalıştıkları biliniyordu. Tesla, ilk olarak ilkel bir düzenek ile 1908 yılında Sibirya’da Tsunga bölgesinde bir deney yapmış ve burada meydana gelen patlama sonrası oluşan çevre tahribatı `korkunç` boyutlardaydı. Hiroşima’nın 40,000 katına yakın enerji açığa çıkmıştı. Patlamanın etkisi kilometrelerce kare alana yayılmıştı. Ancak ortada en ufak bir krater veya metal kalıntısı yoktu. Bu durumda bir göktaşının düşmüş olması ihtimali ortadan kalkıyordu. `Bilim` adamları Tsunga’da ne olduğunu halâ tam olarak çözmüş değillerdi. Ancak yıllardır Avustralya’da, karada, açık arazide ve Kaliforniya’da da su üstü ve sualtı askeri tesislerde bu deprem (Tesla) makinesinin denenmekte olduğuda `sır` değil. Buradaki garip `tabiat` olayları ve sık sık olan depremler ile bilgiler internetteki sitelerde bile yer almakta. Ancak başlangıçta askeri amaçlı olarak geliştirilen bu acayip `doğa` silahı daha sonra kaynak sorunuyla karşılaşınca barışçı amaçlarla da kullanılacak şekilde adapte edildi (tıpkı atom bombası ve TNT gibi). Makinenin Kaliforniya’da San Andreas fay hattında olacak muhtemel bir deprem öncesi kullanılması düşünüldü. Tesla Makinesi sayesinde fay hattındaki enerji birikimi çok yüksek düzeylere çıkmadan, gerilim daha küçükken, suni depremlerle deşarj edilerek boşaltılacak ve böylece büyük deprem önlenecekti. Ancak bu teorinin denenmesi ve deneylerle geliştirilmesi gerekliydi. Hata ve kusurların asgariye indirilmesi şarttı. Bunun için de San Andreas fay hattına benzeyen fay hatlarıyla, çatal yapan fay gruplarına ihtiyaç duyuluyordu. Bu fay grubu ise Türkiye’deki Kuzey Anadolu fay hattıydı. Geometrisi ve jeolojik yapısı aynı San Andreas karakterindeydi. Kuzey Anadolu fayı ile San Andreas fayı, tıpa `tıp` birbirine benziyordu. Bu fay üzerinde yapılacak bir ön deşarj deneyi Kaliforniya’daki, gelecekte olacak depremler için çok şey öğrenebilecekti. Amerika bu amaçla yıllarca deney yaptı; bu ve buna benzer deprem bölgelerinde. Pentagon açısından da bulunmaz bir nimetti bu. Bu suretle hem projeye masum bir kılıf bulunuyor, hem de finansman için yeni kaynaklar sağlanıyordu. Ancak yine de toplu imha silahı olma özelliği ile bu makine askeri nitelikteydi ve onunla ilgili her şey “Çok Gizli” damgasını taşıyordu. İşte Amerikalılar bu nedenle İzmit’teki fay hattındaki hareketleri ve enerji birikimini büyük bir gizlilik içinde, herkesten habersiz ama çok yakından takip ettiler. MTA’nın ve diğer jeolojik ölçüm kurumlarının verilerini inceleyerek ve uzaydan bölgeyi izleyerek burayı adeta abluka altına aldılar. Son gerilimi de böylece çok önceden `haber` aldılar. Ancak ABD’nin bölge ile ilgili bu hareketliliği ne kadar gizli olursa olsun bazı kaynaklara sızmasını engelleyemedi. Kanadalı bir `bilim` adamı her nasılsa bu gizli verilere ulaşarak, bölgede bir deprem olacağını ve bunun için bölgenin takip altına alındığını anladı. Ve bunu `kendi` amaçlan doğrultusunda yaklaşık 48 gün ve 240 km hata ile yayınladı. Ancak ne bu `bilim` adamına, ne de yayınına daha sonra nedense kimse dikkat etmedi. izlenen bu enerji birikimi bir süre sonra depreme neden olabilecek büyüklüğe erişecek ve belki de İstanbul’u da tehdit edecek hale gelebilirdi. Bu noktada, Amerikalılar acaba konuyu Türk makamlarına `haber` vermiş miydi? Ama o `gece` Gölcük’te askeri tesiste ve Marmara Denizinde bu Tesla makinesi kurulmuş ve çalışmaya hazır hale getirilmişti bile. Türk makamlarına acaba bilgi verilmiş miydi? Yoksa Türk makamlarına İstanbul’da olabilecek bir depremin basıncını azaltacak bir askeri sistemi deneyeceklerini mi söylemişlerdi? Yoksa bunun rutin bir askeri durum olduğunu mu düşünüyorlardı? Bu soruların cevapları hâlâ bir sır. Gölcük Donanma Komutanlığı’nda görevli asker, astsubay ve subaylar, Donanma karargahında garip bir şey olduğunu fark etmişlerdi. Bu konuyla ilgili bilgiler de nasıl olduysa yukarıda ismini zikrettiğimiz dergide yer almıştı. Peki İsrail askerlerinin bu projedeki yeri neydi? İsrailli askerler ve üst düzey subaylar o `gece` Gölcük’te ne arıyorlardı? Bu devir teslim töreni her yıl yapılan rutin bir `ulusal` törendi. Uluslararası bir kimliği yoktu. Ama İsrail subayları ve üst düzey yetkilileri oradaydılar! Bunun nedenini şimdi çok daha iyi kavrayabiliyoruz. Onlar oradaki Tesla makinesini kurmak ve çalıştırmak ve onun gizliliğini korumak ve her ihtimale karşı bir şeyler ters giderse onu imha etmek için oradaydılar. Bizimkilerin ise bir şeyden haberi yoktu. Bize güvenen de yoktu zaten. İş İsrail’e ihale edilmişti. Ancak o gün nedense hiç kimse İsraillilere, bugüne kadar hiç katılmadıkları bu devir teslim törenine neden katıldıklarını sormadı. Ya şaşkınlıktan ya da telaştan, enkaz altında kaç İsrail askerinin öldüğü, kaçının yaralandığını da soran olmadı. O felakette kaç İsrail askerinin öldüğünü ne Genelkurmay yayınladı ne de İsrail böyle bir bilgiyi açıklamak nezaketinde bulundu. Herkese verdikleri imaj ise oraya bize yardım için geldikleri şeklindeydi. Hemen bir `hastane` kurdular. Yaralarımızı sarmaya yardımcı `olmak` için daha sonra o bölgede bir yerleşim merkezi kuracaklarını açıkladılar. Neden? Esas amaçları enkaz altındaki askerlerini ve önemli askeri malzemeyi çıkararak götürmekti. Gerisi paravan operasyondu. `Biz` de “Bak şu İsrail’e, helal olsun, hemen yardımımıza koştu” diyerek sevindik. Deprem neden gündüz bir saatte değil de çok `ilginç` bir şekilde `gece` saat tam 03:02′de oldu? Sanki 03:00 saati depremin başlaması için özel olarak seçilen bir saat gibi. Böyle geç bir saatte olacakları kimsenin görmesi olası değil, gözlemci riski ise en az düzeyde. Tıpkı bir askeri operasyonda olduğu gibi sanki talimatlara saat tam 03:00 olarak giren başlangıç saatinde yeşil ışık yakılmış ve Tesla cehennem makinesi yer altındaki sığınakta ve `deniz` altında çalışmaya başlamıştı. En geç 1-2 dakika içinde de gücü en üst düzeye ulaşmış olacaktı. Aynen de öyle oldu. Makine gürültüyle enerji toplamaya başlamıştı. Bu sırada, Avustralya’da ve Okyanusta bu tür suni depremler öncesinde görülen `elektrik` boşalması, hava yarılmasından oluşan ışıklar ve patlamalar oluştu atmosferde. Ve arkasından da makinenin boşalması ile birlikte yer yarıldı ve oluşturulan enerji doğaya aktarıldı. Ancak hesapta doğanın oyunu yoktu. Oluşan deprem hem beklenenden çok uzun süreli, hem de çok daha güçlü çıktı. Şiddeti 7.4′e ulaştığında Amerika’da aletler 7.8′i gösteriyordu. Ve büyük bir patlama ile her şey kontrolden çıktı. Tesla deprem makinesi, depremin enerji gerilimine dayanamayıp parçalandı ve ortaya çıkan güç yeraltında muazzam bir patlamaya neden oldu. Ve bu yeraltı laboratuarlarının tam üstündeki, her şeyden habersiz uyuyan yüzlerce askeri barındıran ve 8 şiddetindeki depreme dahi dayanıklı olması gereken askeri tesisler un-ufak olarak dağıldı. Hesaplarda hata yapılmış, belki de fay hattının tepkileri ve enerji dağılım değerleri yanlış hesaplanmıştı. Her ne olduysa oldu ve doğanın beklenmeyen bu tepkisi bütün çevreyi yerle bir etti. Bir önlem olarak tüm bölge ve hatta bütün İstanbul 4 saat süreyle bir haberleşme ablukası altına alındı. Elektrikler kesildi ve telefonlar iptal edildi. Kimsenin birbiriyle haberleşmesi istenmiyordu. Cumhurbaşkanı dahi sabahleyin “benim de telefonlarım kesikti” şeklinde garip bir açıklama yapacak ve `biz` de buna bir anlam veremeyecektik. Demirel tam bir şaşkınlık içindeydi. Ne yapacaklarını bilemedikleri için ne Cumhurbaşkanı, ne de Başbakan saatlerce bir şey diyemedi, demeç veremediler. “Üzgünüz;” dahi diyemediler. Ancak sabah saat 09:00 sularında `televizyon` ekranlarının karşısına geçip halka üstün körü bir açıklama yapabildiler. Durum vahimdi. Hatta belki de Clinton dahi o anda konuya ilk kez vakıf olan yardımcılarından ve olağanüstü Milli Güvenlik konseyinden görüş alıyor ve Türkiye’ye nasıl yardım edileceğini hesaplıyordu. Hemen gerekli sıhhi yardım ekipleri organize ediliyor ve bölgedeki tüm Amerikan askeri birlik ve filolarına Türkiye’ye doğru hareket emri veriliyordu. Amerika diyetini Türkiye’ye tam destek vererek ödemeye çalışıyordu adeta. Bu arada devreye `Avrupa` ülkelerinin liderleri de giriyor ve belki de onlardan da Türkiye için sözler alınıyordu. Yunanistan bile harekete geçirilerek Türkiye’ye karşı olan hasmane tutumuna son vermesi sağlanıyordu. Tüm Batı başkentleri hareket halindeydi, panik yoktu. Her şey kontrol ve koordinasyon altındaydı; bir tek Türkiye dışında. Bizde ise sanki bu emrivaki felakete karşı nasıl tavır almaları gerektiğine bir türlü karar verilemiyor; kararsızlık içinde bocalayarak büyük bir gizlilik içerisinde ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Sabah saat 03:05 ile 06:30 arasında Batıda bu hareketlilik yaşanırken bölgede de çok hızlı ve çok gizli bir askeri hareketlilik hakimdi. Ancak herkes `kendi` derdine düşmüş olduğundan bu olağanüstü gizli operasyondan kimsenin haberi olmuyordu. Böylece bu işi planlayanlar, gecenin karanlığından da yararlanıp denizaltından parçaları yüzeye vuran Tesla makinesinin kalıntılarını toplayıp, yeraltı ve yerüstündeki tüm delilleri de yok ediyorlar ve hatta belki de insanları canlı canlı gömerek tüm izleri yok etmeye çalışıyorlardı. Ve bölgeye son hızla gelen `Rus` araştırma gemisi dahi sabah saat 06:30′da bölgeye vardığında, havanın aydınlanmasıyla birlikte etrafta delil olabilecek tek bir cisim bile kalmamıştı. `Deniz` altında oluşan radyasyon anlaşılmasın, dibe çöken kalıntılar araştırılmasın ve patlama sonucu meydana gelen denizaltı krateri ve çukur ortaya çıkarılmasın diye bu bölge derhal askeri karantinaya alınarak dalışa yasak bölge ilan ediliyordu. Ancak bütün bu temizlikler yapıldıktan sonra Ecevit ve daha sonra da Demirel’in bölgeye gitmelerine izin veriliyordu. Onların dahi ne bölgeye uçuşlarına, ne de `telefon` irtibatı kurmalarına izin vardı. Sanki koskoca İstanbul ve `Kocaeli` bölgesi uzaydan gelen yaratıklar tarafından abluka altına alınmışçasına tam bir haberleşme karanlığına sokulmuştu. Tek bir `telefon` dahi çalışmıyor, elektrikler verilmiyordu. Ancak Ecevit ve Demirel, belki de olan biteni içlerine sindiremediklerinden olsa gerek, evleri kendilerine mezar olan binlerce insanımızın da acısıyla bir türlü rahat hareket edip halkla bütünleşemiyorlardı. CNN `haber` spikerinin “depremin ardında PKK mı var?” sorusuna, Ecevit ona “siz ne saçmalıyorsunuz, deprem ile PKK’nın ne alakası var?” bile diyemiyordu. Sadece spikerle gözgöze gelmemeye dikkat ederek “sanmıyorum” gibi o günlerde bizi epeyce şaşırtan bir ifade kullanıyordu. Peki, Amerika ne yaptı sonra? Hemen tüm imkanlarını Türkiye için seferber etmedi mi? Clinton Amerikan halkından Türkiye’ye yardım etmelerini istemedi mi? Kasım’da Türkiye’ye geleceğini ilan edip, Ecevit’in de bu arada Amerika’ya kendini ziyarete geleceğini `haber` vermedi mi? Ecevit belki de Amerika’ya bu felaketin ve binlerce şehidin diyetini konuşmaya gidecekti. Nitekim gitti de. Ardından Clinton Türkiye’ye gelerek deprem bölgesini ziyaret etti. ABD’nin bu aşırı ilgisi sadece bir müttefik olmasıyla açıklanamazdı. Bu arada, acaba hükümet içinden sızan bazı bilgiler, bazı bakanların yabancılara karşı saldırgan tavır takınmalarına neden olmuş olamaz mı? İlk anda çok yadırgadığımız `Sağlık` Bakanı Osman Durmuş’un “yabancılara tek hasta bile vermem ve onlardan kan da almam” demesini şimdi yadırgayabiliyor musunuz? ABD’nin saygın gazetelerinden New York Post’un haberine bir de bu gözle bakın: “Türk hükümeti, ABD’nin `Deniz` Hastanelerini Kullanmıyor.” Türkiye’deki şiddetli depremde 27.200′den fazla kişi yaralandı. Ancak yetkililer tarafından dün yapılan açıklamada, depremin meydana geldiği tarihten itibaren geçen iki haftalık süre içinde `ABD` tarafından gönderilen `Deniz` Kuvvetleri’ne ait üç adet yüzer hastanede henüz tek bir hastanın bile tedavi edilmediği bildirildi. Türkiye’ye gönderilmiş olan uluslararası yardımın çoğunun kullanılmaması Ankara’daki hükümetin eleştirilmesine neden oldu. Türkiye’de yayınlanan Radikal gazetesi dünkü sayısında, 750 ton yardım malzemesiyle yüklü bir İsrail gemisinin üç gün süreyle gümrükte tutulduğunu yazdı. ABD gemilerinin İzmit’e varışından önce Türkiye `Sağlık` Bakanı Osman Durmuş’un, bu gemilere ihtiyaç olmadığına ilişkin sözlerine geniş bir şekilde yer verildi. Ancak `ABD` Büyükelçiliği, aralarında 600′den fazla yatak taşıyan Kearsarge adlı geminin de bulunduğu üç adet yüzer hastaneyle ilgili olarak bir uyuşmazlık yaşanmadığını bildirdi.” Ne ölenlerimiz geri gelir, ne de anılarımız. Ancak İzmit’te, Gölcük’te, Yalova’da, Halıdere’de, Avcılarda, Bolu’da, Düzce’de ve daha nice yerleşim merkezlerinde enkaz altında yaşamlarını yitiren binlerce Mehmet, `Hatice,` Ayşe ve Ali’ye karşı bir vicdan borcumuzda mı olmayacak? Onlar geride gözleri yaşlı on binlerce sevenlerini, sıcaklıklarından mahrum bırakırken, sırf Kaliforniya’da Jony’ler, Susanlar ve Alice’ler yaşasın diye yaşamdan çalındıklarını `dünya` bilmesin mi?

Haberler

Kasirga Trabzonu yikiyor !

Felâket Silahı H.A.A.R.P.

Bunu ancak bir karadeniz akli dusunur.

Sürmene asili İşadamı hayatını kaybetti.

Sürmene bölgesine helikopterli operasyon yapildi.

Yazıcıoğlu'nu sadece ailesi andı

AMAN DIKKAT LÜTFEN OKUYUN !!

Manisa'da Trafik Kazası: 1 Ölü

Hz.Muhammed'in kabri taşınacak mı?

Lozan Andlaşmasının 58. maddesi tam bir rezalet

Bayram Ali Öztürk cinayeti hakkında şok iddia.

Ege Denizi'nde deprem!

Bağdadi'nin Cesedinin Fotoğrafı Yayınlandı

IŞİD lideri için şok iddia: Arap değil Yahudi!

İşte damat kuzenini düğünde öldüren kişi

Hemserimiz Mehmet Musa Yeni Görevinde Basarilar dileriz.

Ahmet Davutoğlu kimdir

Tural Ailesi, Sırbistan’da kaza yaptı.

11 İsrail ajanı idam edildi

Yaylaladan Kaza haberi 2 ölü